2011
DEĞERLENDİRME
Gökhan Erol
Sağlığın Sosyalleştirilmesinde
1961-65 Dönemi
Giriş
Planlı kalkınma politikalarının uygulandığı 1960 yılları kapsayan çalışmamız, 1961 yılından başlayarak 1966 yılına değin çeşitli gazetelerin haberlerinden yola çıkarak dönemin sağlık politikasını ve sağlıkta yaşanan gelişmeleri irdelemeyi amaçlamaktadır. Dönemin sosyal devlet anlayışının sağlık politikalarına nasıl baktığının genel bir değerlendirmesi yapılırken, dönemin kendine has özelliklerini öne çıkaran bazı tarih ve konuların ayrıntısına girilecektir.
Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi
Dönemi tanımlayacak en önemli gelişme, 1962 yılında kabul edilen Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda, sağlık alanında, 1961 tarihinde kabul edilen 224 Sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Yasanın ilkelerinin benimsenmiş olmasıdır. Sosyal devlet anlayışı ile koruyucu hekimlik ilkelerinin geliştiği ve sağlık hizmetlerinin herkesin eşit şekilde yararlanmasının planlandığı zamanlardır.
Bahsi geçen dönemin ilk yıllarında özellikle ülkenin doğusunda çok sayıda ölüme neden olan salgın hastalıklar baş göstermekteydi. Cüzzam, verem, frengi, trahom ve şark çıbanı doğu illerinde yayılmaya başlamıştı. Ülkede 250 bin veremli, 42 bin frengili ve 25 bin cüzamlı bulunmaktaydı. Cüzzam hızla yayılmaktaydı. İnsanların bilinçsizliği, aynı kaynaktan su kullanımı, bakımsız ortamların yaygınlığı ve koruyucu tedbirlerin yoksunluğu nedeniyle cüzam Ağrı, Kars, Malatya, Adıyaman, Maraş, Van, Elazığ, Muş, Tunceli, Bingöl, Erzurum, Hatay, Gaziantep, Bitlis, Diyarbakır, Kayseri, Sivas ve Tokat illerinde görülmekteydi.
1962 Şubatında gazetede yer alan bir haber, doğuda kuraklık ve açlık nedeniyle tifus ve menenjit hastalıkları nedeniyle 10 kişinin öldüğünü ve 80 kişinin halen hasta olduğunu belirtmiştir. Bu hastaların kuraklıktan ötürü gıdasız kaldığını belirten Van Sağlık Müdürü Ramiz Türkmen ilk tedbir olarak DDT dağıtıldığını sonrasında aşı yapacaklarını belirtmiştir. Mart ayında gazete yayımlanan bir habere göre ise, Bingöl’de kış şartlarının çok ağır geçmesi nedeniyle, yolların kapanması, yetersiz beslenme ve ailelerin cahilliğinden dolayı 60 çocuğun kızamık ve dizanteri nedeniyle öldüğü açıklanmıştır. Temmuz ayında gazete yer alan bir habere göre ise, ülke genelinde 1 milyon trahomlu hasta bulunmakta, bunların 35-40 bini tedavi görmekte, 600 bin veremli hasta bulunmakta, doğan her 10 bin çocuktan 165’i bir yıl içinde ölmekte ve 25 bin cüzamlı hasta bulunmaktadır.
1963 yılının başlarında yayımlanan bir habere göre ülke genelinde 35 yıldır devam eden mücadelenin çok verimli olmadığı ve halen ülkede 1,5 milyon trahomlu hastanın olduğu bakanlıkça tespit edildiği açıklanmıştır. Değerlendirmemizin kapsadığı dönemlerde, her yıl 25 bin kişi veremden ölüyor, köyden kente iş için göç veremin yayılmasında büyük nedenlerden biri olarak açıklanıyordu. 1963 yılı Ocak ayında yayımlanan bir haberde, ülke genelinde 1 milyon veremli hastanın olduğu bu hastaların nüfusun 2,5 ini oluşturduğu, ülkede 1,5 milyon trahomlu, doğan her 10 bin çocuktan 165’inin hayatını kaybettiği, 5244 tifo olayının kaydedildiği ve kanalizasyonlar açıktayken tifo ile mücadelenin imkansız olduğu, 3913 tifteri olayına rastlandığına ve son 10 ay içerisinde 1145 çocuk felci vakasını gerçekleştiği belirtilmiş. Aynı haberde gelişmiş ülkelerde bütçeden sağlığa yüzde 10 pay ayrılırken bizde bu oranın yüzde 5 olduğunun ayrıca ilaç fiyatları bakımından dünyanın en ucuz ülkesi konumunda olduğumuz ve ihracatçı konumuna geldiğimiz açıklanmaktadır. Ocak ayında yayımlanan başka bir haberde, ülke genelinde halen 20 bin cüzzamlı hastanın bulunduğu, bu hastaların 3 bininin tedavi altında olduğu, cüzzam hastalığının bulaşma riskinin karı-koca da bile yüzde 1 seviyesinde olduğu halde hastalığın yayılmakta olduğu belirtilmiş. Aynı haberde cüzam ile mücadele için var olan 10 hekime ilaveten 18 hekime daha gereksinme olduğu ve hastalığın Rize, Sakarya ve Tekirdağ dışında bulaşmadığı il olmadığı vurgulanmıştır. Ayrıca 10 yıl içinde, bugün sıtma ile mücadelede olduğu gibi cüzamında kökünü kazınmış olacağı belirtiliyor, fakat cüzzam hastalarının tedavi yerine saklanmalarının cüzzamın yayılmasına neden olduğunun altı çiziliyor.
Bu haberlerin yanı sıra 1963 Kasım ayında yayımlanan bir haberde, Cerrahpaşa Hastanesi Göz Kliniği Direktörü Prof. Necdet Sezer, Güneydoğu illerinde yaptığı incelemesi neticesinde memlekette halen 7-8 milyon trahomlu olduğunu belirtiyor. Sağlık bakanlığının yaptığı bir açıklamada ise, gecekondulardaki tuvalet için açılan kuyuların “tifo mikrobu” ile dolu olduğunu ve trahom, cüzzam, kancalıkurt, frengi ve verem mikroplarının memleketi kasıp kavurduğunu açıklıyor.
1964 Eylül ayında yayımlanan haberde, ülkede sıtmalı sayısının çok azaldığı halen 1480 sıtmalı olduğu ve bu olguların Hakkari, Diyarbakır ve Mardin bölgelerinde görüldüğü belirtiliyor. Aynı yılın Kasım ayında sosyalizasyon kapsamındaki Bitlis’de yapılan tarama sonucunda 256 köyün 60’ında cüzam görüldüğü açıklanmıştır. Aynı yıl içerisinde çıkan haberlerde Van ve Midyat’ta soğuk ve zor koşullar nedeniyle kızamıktan 55 çocuğun öldüğü, Adana ili Feke ilçesinin köylerinde ise açlık, bakımsızlık ve vitaminsizlikten 2500 kişinin hayati tehlikede olduğu ve salgın hastalık nedeniyle 18 kişinin hayatını kaybettiği belirtilmekteydi.
1965 yılında çıkan haberler, Erzurum’da kızamık salgını olan bölgeye kar yüzünden gerekli sağlık yardımı ulaştırılamadığı ve 10 günde 121 kişi öldüğünü yazıyordu. Takip eden haberlerde salgın nedeniyle ölen çocuk sayısının 400’e ulaştığı bildiriliyordu. 1966 yılına gelindiğinde ise doğu sınırlarında kolera salgını baş göstermekteydi.
Değerlendirmelerimizi kapsayan dönemde yukarıda sözünü ettiğimiz hastalık ve salgınlar görülmekteyken, bu sıkıntılara çözüm olacak sağlık personelinin ve tesislerinin durumu talebi karşılamaktan çok uzaktır. Çalışmanın devamında sağlık konusunda ülkenin içinde bulunduğu kötü durum ve bu durumdan kurtulmak adına üretilen çözümlere değinilecektir.
Genel olarak dönemim belirleyici özellikleri, 224 sayılı yasa ve sosyal devlet anlayışının gelişmesiyle sağlık politikalarında koruyucu hekimlik, sağlık hizmetinden herkesin eşit şekilde yararlanması; hastaların devlet bütçesinden ayrılan ödenek karşılığı sağlık hizmetinden ücretsiz veya kendisine yapılan masrafın bir kısmına iştirak ederek yararlanması; köy ve kentlerde birinci basamak sağlık hizmeti veren sağlık ocaklarının kurulacağı “köylüye sağlık hizmeti götürme anlayışı”ydı.
1961 yılında yayımlanan Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığının açıklamasında, bakanlığın personel sıkıntısı çektiği için koruyucu hekimlik ve sağlık hizmetlerinde aksaklıklar olduğu, verem, trahom ve sıtma gibi hastalıkların görüldüğü, tedavi edici hekimlikte kadro sıkıntısının daha az olmasını tedavi edici hekimliğin maddi olanakları ve çalışma alanlarındaki çekiciliği nedeniyle herkesin tedavi edici doktorluk yapıyor olmasına bağlı olduğuna bu nedenle koruyucu hekimliği devletin yürütmesinin şart olduğunun altı çizilmektedir. Ayrıca doktorların doğuda görev yapmak istemediğinden, devletin doğuya sağlık hizmeti götüremediğinden ve insanların içme suyu yüzünden rahatsızlandıkları belirtilmekte. Sağlık Bakanı Ragıp Üner yaptığı açıklamada, Türkiye’de kişi başı 15 lira sağlık harcaması yapılırken bu rakamın İsrail’de 780 lira olduğunu, her okula dispanser açılacağını, eczanelerin sosyalizasyonunun yapılacağı, bütçeden sağlık için 4.72 pay ayrılacağını, hastalığın kökünden kaldırmak için, verem, frengi ve trahom hastalıklarını yok etmek için planlarının hazır olduğunu, 27 hastane açılacağını, ilaç fiyatlarının düşeceğini ve verem kanunu çıkacaklarını açıklamıştır.
1961 yılında Sağlık Bakanı Suat Seren, 224 sayılı “tabipliğin sosyalizasyonu” hakkındaki kanundan faydalanarak doğu bölgesinde 17 ili kapsayacak bir organizasyon kurmaya çalışacaklarını, sağlık hizmetlerinin köye ulaştırılmasının amaçlandığını belirtmiştir. Sosyalizasyonda ilk il olarak belirlenen Muş için planlananlar şu şekildedir: Tarım, bayındırlık, milli eğitim ve sağlık bakanlıkları sorunları birlikte ele alacak, plan başarılı olacağı takdirde doğu illerine yeterli sayıda hekim ve sağlık personeli gönderilmesinde başarılı olunacak; bu bölgede görev yapacaklara bazı yasal ayrıcalıklar tanımak gerektiğini, personel meselesinin en başta ele alınması gereken konu olduğunu, hekim sorunun ve gereksinmesinin onda biri kadar var olan hemşire sorunun çözülmesinin zorunlu olduğunu açıklamıştır.
1961 yılı Ocak ayında, Milli Birlik Komitesi, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Kanunu kabul etmiştir. Yapılan hesaplara göre, sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesine 1962 – 1977 yılları arasında 5.5 milyar harcanacaktır. Sağlık hizmetleri: sağlık evleri, sağlık ocakları, sağlık merkezleri, sağlık hastaneleri ve bölge hastaneleri olmak üzere 5 kademede toplanmıştır. Sağlık evlerinde yalnız bir ebe, 5-10 bin nüfusa sağlık ocaklarında bir hekim, ebe, sağlık memuru, sağlık merkezleri ise 25/100 yataklı inşa edilecek ve 10-50 bin kişilik sağlık hizmetlerini yerine getirecektir, 3 mütehassıs ve diğer sağlık personeli bulunacaktır. 50-150 bin nüfusa sağlık hastaneleri yapılacak 200-300 yataklı 7 mütehassıs çalışacaktır, bölge hastaneleri 400-1000 yataklı olacaktır. 150 binden fazla halkın ihtiyaçlarına cevap verecektir ve 16 hekim çalışacak. Sosyalizasyona dahil olan hekimler serbest faaliyette bulunmayacaktır. Sosyalizasyona dahil olmuş illerde ailelerden yılda 25 lira alınacaktır. 25 liraya karşılık ilaçlarda ücretsiz verilecektir. Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirildiği bölgelerdeki sağlık bakanlığı tesisleri ile işçi sigortaları tesisleri, sosyalizasyona bağlanacaktır. Sosyalizasyonun uygulanmasında Bakanlar Kurulu yetkilidir. Sosyalizasyon faaliyetlerinin yürütülmesini sağlamak amacıyla Sir James başkanlığında 2 kişilik mütehassıs heyet İngiltere’den gelecek ve bazı ülkeler de gerekli malzeme ve tesis yardımında bulunmayı vaat etmişlerdir.
Gazeteler, 1961 yılında Genel Serbest Hekimleri Koruma ve Yardımlaşma Derneği başkanı Cavit Aycan, hekimliğin sosyalizasyonu için, “bu hareket hem halkın ve hem de doktorluğun kurtuluşu olacaktır” yazmaktadır. Hekimlerin kendi işlerini yapamadıklarından, muayenehanesinde ve resmi veya hususi hastanelerde çalışan hekim bolluğundan, muayenehanelerin yolunun hastanelerden geçtiğinden, doktorların ilaç tanıtım görevlisi olarak çalıştığından ya da başka memleketlere göç ettiklerinden, hekimlerin iki ayrı yerde çalıştıkları için randımanlı olamadıklarından sözetmekte, işin suiistimal boyutu da olduğunu hastaların özel muayenehanelere aktığını vurgulamaktadır. Aycan derneğin, serbest hekimlerin sosyal hak ve emniyetini kurmak için çalışacağını; doktorların geçinebilecekleri ücreti aldıkları takdirde Anadolu dahil her yere gidebileceklerini belirtmektedir.
Döneme ilişkin sıkıntılar, hastalıklar ve yapılması planlananların detayları yukarıda anlatılanlar çerçevesinde şekillenmekteydi. Muş ilinin pilot bölge olarak seçilmesiyle başlayan sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi projesi birçok sıkıntı ile karşılaştı. Bu sıkıntılar planlanan ödeneklerin alınamaması, başlangıçta belirlenen doktor ve sağlık personelin maaşlarının düşüklüğü, iyi personel seçilememesi, giden personelin istenildiği ölçüde çalışmaması, doktorların ilgisizliği ve vaat edilenlerin yapılamamış olması nedeniyle sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi beklenen başarıya ulaşamadı.
O dönemde de, şimdi olduğu gibi, genellikle büyük şehirlerde çalışmayı ya da yurtdışına gitmeyi tercih eden doktorlar, tazminatlar ve pilot bölgelerin koşullarını iyileştirerek bölgeye çekmeye çalışılsa da bunda istenen başarı sağlanamamıştır. Bu dönemde doktorların “tam süre” çalıştırılması ve muayenelerini kapatacaklara tazminat verilmesi gibi uygulamalar yeterince destek görmemiştir. Dönemin en temel sorunu yeterli doktor ve sağlık personeli sayısına ulaşılamaması olarak görülmektedir. Bu sorunu çözmeye ilişkin denenen çabalarda yeterince başarılı olmamıştır.
Sonuç
Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi çalışmaları, bütçeden yeterince kaynak aktarılamaması, doktorların bölgeye çekilememesi, giden doktorların hizmet felsefesiyle yeterince bütünleşmemiş olmaları, tesislerin bölge koşullarına uygun yapılmamış olması, vb. nedenlerden ötürü sonrasında planlanan pilot bölgelerde de istenilen sonuçlara ulaşılması engellenmiştir.
Genel olarak hastalıkların önlenmesi ve koruyucu hekimlik alanlarında, bazı salgınların ve hastalıkların yayılmasını engellemede başarı sağlansa da, zihniyet olarak sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesine hazır olmayan yöneticiler ve halk bu yolda uzun yol kat edememişlerdir.
*********************************************************************
Deniz Akdoğan
Neden Sağlığın Sosyalleştirilmesi :
1960-1965 Dönemi Gazete Küpürleri Düşündürdükleri
Türkiye’de sağlık alanında “Sosyal Hekimlik” yaklaşımının ikinci dönemi olan 1960-65 dönemi; sağlık hizmetlerinin sosyalize edilmesi (toplumla kaynaştırılması) çalışmaları ve salgın hastalıklara karşı mücadele ile geçmiştir.
1961 Anayasasının ardından bir politika halini alan toplumcu devlet hizmeti anlayışı; ilk elden ve doğrudan doğruya halk sağlığını önceliğe almış ve bu konuda çalışmalar planlamıştır. Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesini, hekimliğin sosyalleştirilmesini getiren bu toplumcu politikalar ile toplum ve sağlıkçının buluşması amaçlanmıştır. Bu kapsamda; günümüz ile karşılaştırıldığında sayısı oldukça az tıp fakültesi mezunu hekimlerin ülkenin en uzak köylerine gönderilerek toplumsal sağlık hizmeti vermeleri sağlanmıştır.
Söylenişi bu kadar kolay olan bu büyük atılımın başarıya ulaşması için altyapı faaliyetlerinden devletin diğer politikalarına kadar gerçekleştirilen pek çok çalışmada birçok kurum bu sürece katılmıştır. Bilim insanları, doktorlar, ebeler, eczacılar, köy muhtarları, imamlar, öğrenciler, çiftçiler ve bürokratlar sağlık hizmetlerinin sosyalizasyonunda aktör konumda olmuşlardır.
1963-1967 yıllarını kapsayan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, 16 Ekim 1962 tarihli ve 77 sayılı Uzun Vadeli Planın Yürürlüğe Konması ve Bütünlüğünün Korunması Hakkındaki Kanun hükümlerine uygun olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan Karma Komisyonu, Cumhuriyet Senatosu ve Millet Meclisinde görüşülüp 21 Kasım 1962 tarihinde onaylanmış, ve 3 Aralık 1962 tarihli ve 11272 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır.
Birinci beş yıllık kalkınma planında sağlıkta sosyalizasyon; Genel Tedbirler başlığı altında tanımlanmış ve (c) bendinde “Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi ile ilgili kanunun uygulanması için her çeşit tedbirler alınacaktır.” ifadesi ile açıklanmıştır.
Beş yıllık plan açıklandıktan sonra Muş ili pilot bölge seçilerek çalışmalar başlatılmıştır. Plan, sağlık politikalarını sadece doğrudan etkilememekte, okullara sağlık dersi konularak okul hekimleri yetiştirilmesi gibi dolaylı hizmetleri de kapsamaktadır. Birinci beş yıllık kalkınma planında 58 milyarlık yatırımın 5,5 milyarı sadece sağlığa ayrılması kararlaştırılmıştır.1 Planda ayrıca tıp fakültesinden mezun olan öğrencilerin memleketin muhtelif hastanelerinde staj yapmaları ve maaş almaları yer almaktadır.
1962 yılında 1 milyon trahomlu, 600 bin veremli, 25 bin cüzzamlı, binde 165 oranında bebek ölüm oranının olduğu ülkemizde pilot il olan Muş’a 67 sağlık ocağı ve köy sağlık evi ile 102 hekim ve personel lojmanı inşa edilmiştir. Sağlık tesisleriyle beraber okullar, yollar ve elektrik tesisleri yapılmıştır.
Bu dönemde görülen yaygın hastalıklara değinecek olursak: Kars’ta Difteri, Sivas ve Erzurum’da Cüzzam, Bingöl, Erzurum ve çevresinde Kızamık2 ile Zatürre, Doğu Karadeniz’de Kancalı Kurt (parazit), Bitlis’te Trahom3, Mardin’de kolera, Antep’te Verem hastalığına yakalanan çok sayıda yurttaş bulunmaktır.
Dikkat edilecek olursa bu salgın hastalıkların hemen hepsi Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgelerinde görülmektedir. Bu nedenle pilot bölge seçilen Muş ili ve çevresinde sağlık hizmetlerine ve ilaca olan gereksinmenin oldukça yüksek olduğu ortaya çıkmıştır. Cüzzam hastalığına karşı Sivas pilot bölge seçilmiş, ikinci pilot bölge olarak da Diyarbakır belirlenmiştir. Sağlık Müdürlükleri ebelere görevlerinde kullanacakları ekipmanları içeren çanta dağıtmıştır.
1963 yılında Irak’ta görülen kolera salgınının yurda gelmemesi için 4 günde 19 ilde 207 bin kişiye kolera aşısı yapılmıştır. İlk olarak Muş İlinde başlayan Sağlıkta Sosyalizasyonun Mardin, Diyarbakır, Siirt, Erzincan ve Erzurum’a da uygulanması kararlaştırılmıştır.
Doğu ve güneydoğu illerinde bu hastalıklar görünürken 1960’lı yıllarda İstanbul, Ankara, Balıkesir ve Bolu’da çocuk felcine karşı toplumsal bir savaş başlatılmış, aşı kampanyaları yapılmıştır.
Toplumun salgın hastalıklardan kurtulması ve ülkenin kalkınması için planlanan sağlıkta sosyalizasyon çalışmaları; başta belirlenen politikaların; ilerleyen yıllarda kararlı ve ısrarcı bir şekilde sürdürülememesinden ve ekonomik yetersizliklerden dolayı amacına ulaşamamış, kısmen başarılı olmuştur.
Sağlıkçıların bireysel çabaları ve bunun sonucunda gelen başarılar salgın hastalıkların nicel oranının kısa sürede düşmesini sağlamıştır. Bölge illerine görevli olarak gönderilen hekimler ve diğer sağlık hizmetleri verenler sadece ilaç ve sağlık hizmeti sağlamakla kalmamış, halkımızı eğitmiş ve gerici-batıl inanışların en azından sağlık üzerindeki etkisini ortadan kaldırmaya çalışmışlardır. Sözü geçen batıl-gerici, dinsel inanışlar öyle bir hal almıştır ki; bilim ve akla sığmayan4 birçok yanlış davranış sonucu birçok hasta sakat kalmış ya da yaşamını yitirmiştir. . Bu inanışlara doktora gitmenin günah olduğu, verem hastalığına yakalanınca köpek pisliğinin ve etinin yenmesi gerektiği, tuvalete gitmenin ve doğum kontrolünün günah olduğu örnekler verilebilir. Özellikle eğitim seviyesinin oldukça düşük olduğu bölgelerde köy imamlarının sözüne olan güven ve itimat doktorlara gösterilmemekteydi.
Buna karşın kahraman olarak sayılan özverili sağlık çalışanları da toplumla bütünleşerek sağlıkta sosyalizasyon çalışmalarının umudu olmuştur. Motosikletli ebe, seyyar dişhekimi ile hastabakıcı rahipler örnek davranışlar sergilemişlerdir. Buna benzer olarak Verem Savaş Derneği adına yardım kampanyası başlatan 500 genç kadın, ameliyatta hasta kan kaybetmeye başlayınca kendi kanından vererek ameliyata devam eden doktor, hademelik görevi verilmesi karşılığında 40 bin liralık servetini bağışlayanlar gibi parasal destek verenlerin de bu çalışmalarda katkısı büyük olmuştur. Bu dönemde halkın yardımı ile 250 bin liraya gezici röntgen cihazı alınmıştır.
Doktor sayısının yetersiz olması5 varolan doktorların daha verimli bir şekilde çalıştırılmaları gereksinmesini ortaya çıkarmıştır. Bunun üzerine hem devlet hem de doktor örgütleri ile üniversiteler bu konuda adımlar atmaya başlamıştır. Bu dönemde, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Kurulu, oy birliği ile Profesörlerin muayenelerini kapatarak sadece üniversitede görev yapmalarına karar vermiştir. Akabinde öğretim üyelerinin muayenehane açmaları yasaklanmış, yurtdışında çalışan doktorlar ülkeye dönmeleri için mektup yazılmış6, bölgeye görevli giden doktorlara yüksek ücret verilmesi kararlaştırılmıştır.
1964 yılının sonu ve 1965 yılının başlarında doktorlara devlet tarafından verilen sözlerin yerine getirilmemesi, yapılması gereken parasal ödemelerin zamanında ya da hiç yapılmaması, doktorluk mesleğinin sıradan bir memurluk olarak görülmesi ve diğer imkansızlıklar nedenleriyle sağlıkta sosyalizasyon çalışmalarının başarısız olduğuna dair basında haberler çıkmaya başlamıştır. Ardından gerçekleşen bürokrat atamaları ile Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nın bu konudaki politikalarda değişiklikler olmuş, çalışmalar kesintiye uğramıştır. Sacayağının bileşenlerinin eksik olması çalışmaların yürümesini zorlaştırmıştır. Örneğin köy yollarının yapılmaması, elektrik hizmetlerinin götürülememesi nedeniyle sağlık hizmetleri yerine getirilememiştir.
1965 yılında bir taraftan yurt çapında hastalıklarla mücadele eden doktorlar ile özel muayenehanelerde çok yüksek ücret kazanan doktorlar7 arasında ekonomik gelir uçurumu ortaya çıkmış, bu durum da çok zor şartlarda şark görevinde çalışan doktorların mesleğe olan ilgilerinin azalmasına yol açmıştır. Diğer yandan yapılan araştırmalara göre sosyalleştirilmiş sağlık hizmetlerinde çalışanların, bir yıllık hizmetten sonra toplum dertlerini daha iyi görmeye başladıkları ortaya çıkmıştır. Bu dönemde genç doktorların hizmete başlarken en çok önem verdikleri dal “iç hastalıkları” iken, bir yıl sonunda “çocuk hastalıkları” üzerine ihtisas yapmaya başladıkları görülmüştür.
Bu dönemde yapılan bilimsel tartışmalarda; tıp fakültelerinde muazzam bir kapasite kaybı olduğu açıklanmış, altı yıllık öğrenim süresinde kayıt olanlardan ancak %23’ünün mezun olduğu ortaya çıkmıştır.
8 bin hekimin %60’ı uzman hekim olduğu görülmektedir. Bu durumun nedeni, uzman hekimliğin daha yüksek gelir getirici bir statü olmasıdır. Oysaki Anadolu’nun pratisyen hekimlere daha çok ihtiyacı bulunmasına karşın “asistanlık” görevi bu dönemde eğitim yerine daha çok bir istismar alanı olarak kullanılmıştır.
Sonuç ve Değerlendirme
Osmanlı döneminin son yıllarında gerçekleştirilen savaşlardan yorgun ve yoksul düşmüş halkımız 1900’lü yılların başında bir de pek çok hastalıkla mücadele etmekteydi. Bulaşıcı hastalıklardan ve sağlık hizmetine ulaşamamaktan dolayı yaşamını yitirmekteydi. Bu durumda yaşam savaşı veren insanlarımız; Kurtuluş Savaşı ile de bir var olma mücadelesi içerisine girdi. Bu savaş devam ederken halkın salgın ve diğer hastalıklarla yaşam savaşı verdiğini gören Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından daha savaş yıllarında sıtma gibi, verem gibi pek çok hastalıkla mücadele edilmesi için çalışmalara başlanmıştır. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasının ardından ve Cumhuriyet’in ilanından sonra sağlık hizmetinin özellikle yoksul halk kesimine ulaştırılması için başlatılmış olan çalışmalara daha da ağırlık verilmiştir.
Cumhuriyet politikaları çerçevesinde yapılan bu çalışmaların bir devamı olarak sayılabilecek olan uygulamalara 1960–1965 yılları arasında hayata geçirilen “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi” çalışmasında da rastlamaktayız. Bu çalışma; yerel ve ulusal ölçekte bazı önemli adımların atılmasını sağlamakla birlikte; devam ettirilememesi nedeniyle tam anlamıyla başarıya ulaşamamıştır.
Birinci Kalkınma Planı çerçevesinde sağlığın örgütlenerek sağlık hizmetinin ağırlıklı olarak ihtiyacın yoğun olduğu bölgelere yönlendirilmesi çalışmalarına başlanmıştır. 1960-1965 yılları arasındaki gazete kupürleri incelendiğinde bu çalışmalar çerçevesinde gerçekten güzel uygulamaların hayata geçirildiği görülmüştür.
Ancak insanı ön plana alarak, yaşamanın en önemli hak olduğunun bilinciyle hareketle uygulamaya konulan “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi” çalışması ne yazık ki yarıda kalmıştır. Türkiye’de bugün hala tümelci ‘koruyucu, tedavi edici, esenlendirici) sağlık hizmetlerinden pek çok kesim faydalanamamakta, sağlığın bir hak olduğu gerçeği bir tarafa bırakılarak, sağlık parası olana satılabilen bir hizmete dönüştürülmektedir.
1960-65 yılları arasında olduğu gibi kalkınma planları içine alınan sağlık hizmetlerinin daha çok halka ulaştırılma girişimleri bir türlü uzun yıllar sürdürülememiştir.
Ancak bugün gelinen nokta daha vahimdir. Önceki dönemde en azında bazı ciddi girişimler mevcut iken şu anada sağlık hakkı insanlarımın elinden alınmaya çalışılmaktadır. Paran kadar sağlık hizmeti alabilirsin, paran yoksa sağlık da yaşamak da yok denilmektedir. Bu nedenle epeyce gerileme gösteren pek çok hastalık günümüzde yeniden toplumda yayılmaya başlamaktadır.
4 Cüzzam’lı hastaya bakmanın bile hastalığı kapmak için yeterli olduğuna dair inanış uzun süre cüzzam hastalarının tedavi görmelerini imkansız kılmıştır.
5 Elazığ Cüzzam Hastanesi’nde 1963 yılında tek doktor 133 hastayı hastanede su olmaksızın tedavi etmek için çalışmıştır.